Cihad İslam Yılmaz
GÜVENSAM (Güvenlik Araştırmaları Merkezi) Genel Koordinatörü
Independent Türkçe için yazdı
Türkiye'de siyasal kutuplaşma, artık yalnızca farklı siyasi görüşlerin bir arada var olma mücadelesi değildir.
Bugün geldiğimiz noktada kutuplaşma, hakikatle kurulan ilişkinin de kutuplaşmasıdır.
Gerçeklik, bireylerin dünyaya baktığı pencereden içeri süzülen ışıkla değil, ideolojik filtreden geçirilen bir illüzyonla şekillenmektedir.
Bir eylemin, bir söylemin ya da bir suçun nasıl değerlendirileceği, artık o eylemi gerçekleştirenin kimliğine göre değişmektedir.
Bu durum, siyasi ahlakın yerini aidiyet psikolojisine bıraktığı bir çağın alametidir.
İdeolojik körlük, bireyin yalnızca karşısındakini düşmanlaştırmasına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda kendi cephesindeki yanlışlara da sessizleşmesini beraberinde getirir.
Bu sessizlik bir suskunluk değil, aktif bir meşrulaştırmadır.
Toplumsal vicdanın, adalet duygusunun ve kamusal aklın buharlaştığı bir ortamda, artık kimlikler ilkelerin önüne geçmekte; "bizimkiler" yapınca meşru, "ötekiler" yapınca lanetli bir eylemler hiyerarşisi doğmaktadır.
Bu durumun yalnızca bir toplumsal eğilim değil, sistematik bir zihniyet kırılması olduğunu gösteren pek çok örnek vardır.
Sosyal medya gibi yeni nesil iletişim araçları, kutuplaşmayı yalnızca görünür kılmakla kalmamış; adeta kamplaşmayı körükleyen, manipülasyonu teşvik eden bir sanal arenaya dönüşmüştür.
Gerçek ile kurmaca arasındaki sınırın silikleştiği bu zeminde, doğrular yerini sloganlara, düşünce yerini tepkiselliğe bırakmaktadır.
Bu bağlamda, özellikle muhalif kimliğiyle öne çıkan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çevresinde gözlenen bazı refleksler, hakikatle kurulan ilişkinin ne derece ideolojik motivasyonlarla belirlendiğini ortaya koymaktadır.
Bir müteahhidin sahte diploması karşısında seferber olan çevrelerin, yolsuzlukları "bizim adamımız" mantığıyla göz ardı etmesi, siyasal kutuplaşmanın ahlaki düzlemi ne denli tahrip ettiğinin göstergeleridir.
Gerçeğin ideolojiye göre eğilip bükülmesi, yalnızca muhalefeti değil, tüm siyasal alanı içten içe çürütmektedir.
Bugün Türkiye'nin ihtiyacı olan şey, hakikate tarafsızca yaklaşabilen, ilkeleri kimliklerin önüne koyan ve siyaseti bir hesaplaşma değil, bir inşa alanı olarak gören zihinsel bir inkılaptır.
Ancak bu şekilde, kutuplaşmanın yıprattığı toplumsal doku yeniden onarılabilir.
CHP'nin değişmeyen kodları: Muhafazakârlığın yeni adı mı?
Cumhuriyet Halk Partisi, kurucu bir misyonun mirasçısı olarak Türkiye siyasetinin en köklü aktörlerinden biri olmasına rağmen, zaman içinde bu tarihsel mirası bir yenilenme dinamiğine dönüştürmek yerine, bir dogmaya dönüştürme eğilimi göstermiştir.
Parti içinde ve etrafında şekillenen siyasal kültür, zamanla bir tür fikir muhafazakârlığına evrilmiş; "değişim" söylemleri, özde değil, yalnızca şekil düzeyinde kalmıştır.
Bu durumun en görünür sonucu, farklı düşünenlere tahammülsüzlük, eleştiriye karşı alerjik tepkiler ve kendi dışındakileri "cahil", "gerici" ya da "yetersiz" görme eğilimidir.
CHP seçmen profili içinde hâkim olan bu yaklaşım, klasik anlamda sağ muhafazakârlığın simgelediği değer korumacılığından çok daha katı, çok daha dışlayıcıdır.
Bu anlamda, fikirsel anlamda en muhafazakâr seçmen kitlesi bugün ironiyle de olsa CHP etrafında şekillenmektedir.
Parti çizgisi dışına çıkan her ses ya yok sayılmakta ya da ihanetle damgalanmaktadır.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN