İran’ın bölgesel hegemonya iddiasının sonu

İran’ın bölgesel hegemonya iddiasının sonu
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Namık TAN
Emekli Büyükelçi
t24.com.tr

Her hal ve kârda İran rejiminin bölgesel hegemonya iddiasının sonu geldi. Bundan böyle rejimin kendi egemenliği ve akıbeti tartışmalı. “Yükselen Aslan” adının avını parçalamadan yerine oturmayacak aslandan söz eden ayete mi atıfta bulunduğunu yoksa şah dönemi İran bayrağındaki aslan simgesini mi işaret ettiğini kestiremiyoruz. Belki her ikisi bir aradadır. Ancak bunun olması için ABD’nin de amiyane tabirle “topa girmesi” gerekecektir

İran’ın bir gün nükleer silâh sahibi olması İsrail için yirmi yıldır varoluşsal bir tehlike olageldi. Bunun böyle olmasının nedeni İran’ı 1979’dan bu yana yöneten İslamcı rejimin “kurulu düzeni bozucu” niteliğiydi.

Zira İran’ı yöneten mollalar ve devrim muhafızları sürekli amaçlarının İsrail’i ortadan kaldırmak olduğunu açıkladılar. Belki iç kaygılarla nükleer müzakerelere devam ederken bile böyle davranmaktan geri durmadılar.  

İsrail’in teknolojik, askeri ve istihbari üstünlüğü açık. Buna karşı İran asimetrik bir güç olarak Gazze (Hamas), Lübnan (Hizbullah), Irak (Kataip Hizbullah, Ashaip ül Hak vb.) ve Yemen’e (Ansarullah/Husiler) kendi denetiminde milis güçleri üzerinden ulaşan bir bölgesel askeri iş birliği ağı ve siyasal hegemonya kurmuştu.  

Bugün İran’ın nüfusu 90 milyonu aşmışken, İsrail’in nüfusu 10 milyona ulaşmıyor. İsrail’in yüzölçümü 22 bin km2 iken İran’ın yüzölçümü 1 milyon 648 bin km2. Petrol zengini İran’ın kişi başına düşen milli geliri USD 5.300 iken İsrail’inki USD 44.300 düzeyinde. İran’da “İslam devrimi” olduğunda bu rakam USD 2.350 iken aynı yıl İsrail’inki İran’ın bugün gelebildiği düzeyden biraz fazlaydı: USD 5.800.  

Trump’ın ilk döneminin sonlarında 2020’de ABD Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Tugayı komutanı Kasım Süleymani’yi Bağdat’ta öldürerek sahneyi kurdu. Ayrıca ABD tersten de Irak’ta Saddam Hüseyin’in BAAS diktatörlüğünü 2003’te devirerek İran’ın önündeki en güçlü duvarı ortadan kaldırmıştı: Niyet bu değilse de akıbet öyle olmuştu.  

Hamas’ın Gazze’den düzenlediği 7 Ekim 2023 terör saldırısına İsrail orantısız güç kullanarak ve nihayet toptan yıkıma hatta soykırıma varan bir askeri yanıt verdi. Hamas belki bir kalıntı ya da “marka” olarak halen ayakta ama Gazze artık yok. Hizbullah Suriye’den atıldı ve Lübnan’da da liderleri öldürüldü, milis gücü çok zayıflatıldı.

Dolaylı yoldan bir diğer tehdit unsuru Suriye’de baba-oğul Esad’ların BAAS diktatörlüğü de devrildi. Suriye’nin askeri gücü yok edildi. İran’ın Lübnan’a uzanan lojistik hattı kesildi. Suriye İran’a ve İranlılara HTŞ tarafından bilfiil yasaklandı. Irak’taki İran uzantıları da kıpırdanamaz halde: Ne Suriye’ye geçebiliyorlar ne Irak’taki son kalan bir tutam ABD askeri varlığını hedef alabiliyorlar.

Bunların tümü İsrail için “taktik” tehditlerdi. Artık sıra asıl “stratejik” tehdit olan İran’ın nükleer silâh üretebilme imkân ve kabiliyetinin ortadan kaldırılması ile belki ve kuvvetle muhtemelen İran’daki 45 yıllık molla rejiminin devrilmesine geldi. Önce 2024 sonbaharında İsrail İran’ın hava savunma sistemlerini vurarak büyük ölçüde imha etti.  

İsrail’in bu tutumu yeni değil. Bu olasılığın engellenmesi için on yıllardır hazırlık yaptığı da biliniyor. Nitekim İran’a güncel müdahalesinin de uzun süredir planlanıp, hazırlandığı belli. Zamanlamayı tetikleyen ile yukarıda sayılan hazırlık adımlarının yani ortam ve bağlamın uygunluğunun yanı sıra bazı başka gelişmeler de oldu.

UAEA daha 2020’de İran’ın uranyumunu yüzde 62 oranında zenginleştirdiğini ve nükleer programını yalnızca sivil amaçlar için yürütmediğine ilişkin güçlü şüpheler bulunduğunu raporlamıştı. İsrail saldırısından günler önce de nükleer silâh eşiğine artık ramak kaldığını açıkladı.

Ayrıca içeride de Netanyahu ultra Ortodoks haredilerin askerlik hizmetinden muafiyetlerini muhafaza ederek koalisyonundaki dinci-ırkçıların desteğini elinde tuttu ve mecliste güvenoyunu tazelemeyi becerdi. Böylece hem altı ay daha siyasi ömrünü uzattı, hem kendini yolsuzluk suçlamasıyla hapse girmekten kurtardı.

Aslında halkının gözünde savaşarak varoluşsal tehdidi bertaraf eden tarihsel lider statüsü edinmek için de ciddi bir adım attı. Zira 2006-2009 arasında büyükelçilik yaptığım Tel Aviv’deyken de gözlemleme fırsatı bulduğum üzere İsrail toplumunda var olan ve bilahare son Netanyahu döneminde de hepten derinleşen laik-dinci vb. yarılmalar İran tehdidi için geçerli değil. Zaten Netanyahu’nun en sert muhalifleri bile başlattığı iddialı askeri harekâta tam desteklerini açıkladı.    

Netanyahu İran’ı vurarak Trump’ın “iş bitirici tüccar diplomasisi” tekerine de çomaklar soktu. ABD’nin İran’la yürüttüğü (Witkoff-Arakçı) 5. turu pazar günü Umman’da yapılacak ikili nükleer müzakereleri aksattı. Suudi Arabistan (SA), BAE, Katar’ı kapsayan üç günlük Körfez turuna çıkan Trump, İsrail’e uğramadan dönmüştü. Netanyahu, Trump’a gündemi kendinin belirlediğini anımsattı ve bu küçümsemesinin bedelini kendince ödetti.

ABD’nin bölge politikalarının odağının İsrail’den SA’na kaymasına izin vermeyeceğini de gösterdi. Körfez ülkelerinin Trump’a ve onun “yeni Ortadoğu” anlatısına güvenlerini sarstı. Nitekim bu ülkeler İsrail’i kınamakta “küresel güney” ile birlikte davrandı. Eğer Türkiye sayılmazsa Batı’dan bu gruba yalnızca Japonya katıldı.

Ancak söylemde tepkileri bu yönde olsa da Körfez ülkelerinin İran’ın nükleer silah üretme potansiyelinin geriletilmesinden hoşnut olacakları açık. Esasen Gazze’deki tüm kıyım ve yıkıma karşın BAE ve Fas gibi İbrahim Anlaşmaları’nı imzalamış Arap ülkeleri İsrail’le iş birliklerini derinleştirmeyi sürdürüyor. Ürdün de hava sahasını kapatarak ve İran SİHA’larını vurarak egemenliğini savunma kisvesiyle İsrail’in savunmasına destek oldu.  

İsrail’in harekatının teknik özellikleri üzerinde de durmaya değer. Halen devam eden harekatta radar izi neredeyse olmayan ABD yapımı F-35’ler dahil 200’ü aşkın savaş uçağı kullanıldı. Denizaltılardan da atış yapıldı. Önceden İran’a sokulmuş İHA’larla türlü hedefler vuruldu. İran’a sızan, indirilen bazı özel kuvvet mensupları omuzdan atılan ATGM’lerle füze rampalarını vurdu.

İsrail istihbaratının (MOSSAD) İran’ın içine uzun zamandır sızdığı yeniden anlaşıldı. İsrail’in İran’da yerel unsurlardan destek aldığı da çok belli oldu. Devrim Muhafızları başta en üst düzeyde komutanlar nokta atışlarla öldürüldü. Nükleer programı yürüten yine en üst düzey fizikçiler de benzer biçimde öldürüldü.  

Özetle İsrail işe Hizbullah’a yaptığı gibi “kafa kopartarak” ve istihbaratıyla dehşet saçarak başladı. Nükleer tesisleri, balistik füze üretilen fabrikaları, kalan hava savunma sistemlerini ve İran’ın misilleme için kullanacağını öngördüğü füze rampası vb. yerleri vurdu. Buna karşılık İran’ın en önemli nükleer tesisi Fordo’yu da hedef almayı sürdürmesine rağmen ne denli tahribat yaratabildiği meçhul.

Nitekim eski Başbakan Ehud Barak gibi kimileri yapılan harekâtı anlamsız bulduklarını belirtmekte gecikmedi. Bu görüşe göre elinde ne ABD yapımı sığınak patlatan bombalar ne bunları taşıyacak uçak bulunan İsrail’in İran’ın nükleer programını en iyi ihtimalle birkaç ay geciktirmekten başka olanağı yok. Zaten edinilmiş bilgiyi silmek de mümkün olmadığına göre nükleer programın yeni yetişecek isimlerle sürmesi kaçınılmaz.    

İsrail’in İran’da her ne kadar halkın geniş kesimleri (bu oranın yüzde 80’i aştığı ileri sürülüyor) rejime karşı olsa da rejim değişikliğini askeri yoldan tetikleyebilmesi de tartışılan bir diğer konu. Netanyahu tarafından “gerektiği kadar süreceği” açıklanan saldırının giderek petrol üretim ve dolum tesisleriyle rafinerileri de kapsayıp kapsamayacağı yakın erimde görülecek.

Bazı İsrailli yetkililere dayandırılan bilgilere göreyse Netanyahu bir an önce ABD’yi savaşın tarafı haline getirmeye, işin içine çekmeye çalışıyor. Bugüne dek ABD’nin yanı sıra Britanya ve Fransa İsrail’in saldırısına değilse de savunmasına zaten doğrudan destek verdi. Ancak savaştan kaçınan, kendi tabanına “görkemli yalıtım” günlerine geri dönme vaadiyle seçimi kazanan Trump’ın bu girişime gönüllü olup olmayacağı henüz belirsiz.  

İran’ın elinde bir bölümü hipersonik 2000 civarında balistik füze olduğu varsayılıyor. Ayda 50 balistik füze üretme kapasitesi olduğu da belirtiliyordu ancak tesisler vurulduktan sonra herhalde bu bakımdan sıkıntı yaşanacaktır. Kendi İran’dan mühimmat desteğine muhtaç ve başı Ukrayna’da sıkışık Rusya’dan ise İran’a destek gelmesi çok uzak bir ihtimal ve bu yönde herhangi belirti de bulunmuyor. İran’ın İsrail’e misillemesi göstermelik kaldı.  

Her hal ve kârda İran rejiminin bölgesel hegemonya iddiasının sonu geldi. Bundan böyle rejimin kendi egemenliği ve akıbeti tartışmalı. “Yükselen Aslan” adının avını parçalamadan yerine oturmayacak aslandan söz eden ayete mi atıfta bulunduğunu yoksa şah dönemi İran bayrağındaki aslan simgesini mi işaret ettiğini kestiremiyoruz. Belki her ikisi bir aradadır. Ancak bunun olması için ABD’nin de amiyane tabirle “topa girmesi” gerekecektir.  

İran’ın Suriye ve Irak gibi “dişleri sökülmüş”, ekonomik altyapısı yıkılmış durumda kendi halkına teslim edilmesinin hedeflendiği düşünülebilir. Petrol fiyatlarındaki ani sıçrama da durulmuşa benziyor. Bununla birlikte varil fiyatındaki her dolarlık artış bizim kendi zaten beli bükülmüş ekonomimize kuşkusuz ağır yük bindiriyor.

Ankara’dan bakışla Ortadoğu kaynaklı gerçek iki stratejik tehdit Şam’da ve Bağdat’taki BAAS diktatörlükleriydi. Bunlar resimden çıktı. İran’ın nükleer silâh edinmesi de Türkiye için varoluşsal bir tehdit olacaktı. Tehdit algısı, gerçek tehdidin ne olduğunun karar alıcılarca bilinmesi bir şey; ortaya atılıp, işin içine karışmak, çatışmaya taraf olmak başka bir şey.

İran rejiminin, tüm otokratik rejimlerde olduğu üzere, sadakati liyakatin üzerinde tutmasının ve kendi halkına karşı ceberrutlaşmasının bu ülkeyi ne pespaye hallere düşürdüğü umulur ki Ankara’daki kimi kendini zeki zanneden kafalarca iyi idrak edilsin. Avrupa Konseyi kurucu üyesi, AB aday ülkesi, NATO müttefiki Türkiye’nin kendini “küresel güney” üyesi, muhayyel bir İslâm âleminin parçası sanmasına da belki “dış politikada akıl dışılık” tanısı konulabilir.

Söze geldiğinde en üst perdeden tezgâh açan Dışişleri’nin son dönemde varını yoğunu Erdoğan’a Beyaz Ev’de Trump’la bir resim verdirmeye yatırdığı anlaşılıyor. Kasa tamtakırken atar-gider diplomasisi zaten akıl kârı değil. Bu yüzden İsrail’e yönelik kınamalarda yeni modanın “uluslararası toplum” gibi muğlak bir ifadenin arkasına sığınmak olduğu görülüyor. İran’a İsrail saldırısını görüşmek üzere Dışişleri’nde MİT, MSB ile yapılan sözde güvenlik kabinesine Erdoğan’ın başkanlık etmemesi esen yele göre fırıl fırıl dönen Ankara’nın son durumunu yeterince açıklıyor.

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.