Suzanna Goussous
BBC Arapça
Modern savaşlarda artık çatışmalar silah ve kurşunların kullanımıyla sınırlı değil.
Yiyecek, su, ilaç gibi hayati kaynaklar da karşı tarafı yavaş yavaş öldürmek için birer araç haline geldi.
Bir savaş silahı olarak kullanılan açlık, askeri operasyonlardan daha az öldürücü değil.
Hatta bazen sivillerin günlük hayatlarını hedef alarak hayatta kalmak için gerekli temel ihtiyaçları baskı ve boyun eğdirme maksatlı kullanılması, çok daha zalim bir öldürme şekli olabiliyor.
Gazze'de devam eden İsrail ablukası ve bombardımanlarında binlerce aile gıda, su ve ilaca erişemiyor. Her gün özellikle çocuklar arasında açlık ve yetersiz beslenmekten kaynaklı ölümler kaydediliyor.
Birleşmiş Milletler (BM) kurumları yardım dağıtım alanlarını "sadist ölüm tuzakları" olarak tanımlıyor. İsrail'in açlığı bir savaş silahı olarak kullandığına dair suçlamalar yapılıyor.
Son BM raporuna göre Gazze Şeridi'ndeki gıda kıtlığı durumu 5. Seviye'ye yani "felaketle sonuçlanması muhtemel" aşamaya ulaştı.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin (IPC) gıda güvenliği sınıflandırmasında bu en üst seviye ve kıtlık riski olduğu anlamına geliyor.
Mayıs 2025'te yapılan bir değerlendirmeye göre, 47 bin kişi - yani Gazze Şeridi'nin nüfusunun dörtte biri - kıtlık derecesinde açlık çekerken nüfusun geri kalanı gıda kriziyle karşı karşıya.
Bu acımasız gerçeklik içinde Gazzeliler iki savaş birden veriyor: Bombardımandan sağ çıkma ve hayatta kalmak için gerekli malzemelere ulaşma.
BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) Filistin direktörü Jonathan Whittall, kuşatma altındaki Gazze'deki durumu şu sözlerle özetliyor: "Gazze sadece açlıkla değil, hesaplı şekilde yürütülen açlıktan öldürme politikasıyla karşı karşıya."
OCHA, UNRWA, Oxfam, Save the Children gibi uluslararası kuruluşlardan gelen tanıklıklara göre Gazze Şeridi'ndeki nüfusun yüzde 90'ından fazlası hayatta kalmak için gerekli ihtiyaç malzemelerini bulmak için savaş veriyor.
Aynı raporlar binlerce çocuğun gıda ve ilaç eksikliği sebebiyle ölüm riskiyle karşı karşıya. Ve bu insani kriz planlı bir şekilde tamamen insan eliyle yaratılan bir kriz.
"Kitlesel Kıtlık: Tarihi ve Geleceği" adlı kitabında Alex de Waal, günümüzde kıtlığın çoğunlukla doğal bir gıda yoksunluğundan ziyade askeri ve siyasi kararların bir sonucu olduğunu yazıyor.
BM Güvenlik Konseyi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Dünya Gıda Programı raporlarına göre abluka ve açlık "sistematik bir askeri strateji" haline gelmiş durumda.
Yani kıtlık savaşın bir yan etkisi değil; toplulukları yıldırmak için günlük hayatlarını mahvetmek üzerine kurulu bir strateji.
İsrail amacının sivilleri cezalandırmak değil Hamas'ın gıda ve ilaç gibi kaynakları askeri amaçları için kullanarak "terörist faaliyetlerinin üstünü kapatmasını" engellemek olduğunu savunuyor.
INSS gibi bazı İsrailli araştırma kurumları, BM ve insan hakları örgütlerini eksik ve eski verilere dayanarak "yanlış bilgiler" yaymakla suçluyor.
Başbakan Binyamin Netanyahu da sivillere yönelik planlı bir açlıktan öldürme politikası olduğuna dair suçlamaları reddediyor ve bunları "yalan ve iftira" olarak nitelendiriyor.
İsrail ordusu, bölgeye yardım girişleri konusunda ciddi kısıtlamaları olduğunu kabul ediyor.
Bunun yardımın doğru yerlerde kullanılacağından emin olmaya çalıştıklarını söyleyen ordu, yardım bekleyen sivillere ateş açma emri aldıklarına dair iddiaları reddediyor.
2018'de kabul edilen BMGK 2417 sayılı kararı ise kıtlığın artık bir insani kriz olmadığını; doğrudan çatışmayla bağlantılı bir suç olduğunu kabul ediyor.
Tarihçi ve araştırmacı Dr. Issam Khalifa'ya göre dokunulmazlık ve sorumlulara hesap vermeleri için bir adım atmaktan yoksun siyasi iradesizlik, suçlulara bu sessiz silahı kullanmaları ve üzerini kapatmaları için alan tanıyor.
Bu da açlık çekilen bölgelerdeki tüm umutları ve hayatları yok ediyor:
"Aç bırakma özellikle organize şekilde yapıldığında, uluslararası hukuk tarafından kınanan bir suçtur ve uluslararası anlaşmalarda da bir soykırım türü olarak kabul edilir.
"Tarih boyunca, açlık halkları caydırmak için bir silah olarak kullanıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda Lübnan Dağı'nda, Ermenilerin ve Süryanilerin katlinde, daha sonra da Bosna Hersek'te…
"Her bir vakada hedef sosyal yapıyı bozmak, toplulukları göçe ya da boyun eğmeye zorlamaktı."
Tarihi bir açıdan bakınca Dr. Khalifa bu yöntemin sadece öldürmek değil; demografik yapıyı değiştirmek ve toplulukların siyasi kararlarını etkilemek için de uygulandığını söylüyor.
Gazeteci Samir el-Za'nin yardım almak için insanların hayatını riske atmak zorunda kaldığını söylüyor.
Han Yunus'tan gazeteci Samir el-Za'nin, "yardım sağlamaya dair herhangi bir girişim insanların kaos aracı olarak kullanılmasıyla sonuçlanıyor, insanlar kamyonlardan yardım alabilmek için itiş kakışa zorlanıyor" diyor ve bunu genellikle çok tehlikeli kırmızı bölgelerde yaşandığını belirtiyor.
Kamyonlara erişmek için "hayatını riske atmak" gerektiğini ve birçok kişinin bir torba un ya da konserve yiyeceğe ulaşmak için yaralandığını ya da öldürüldüğünü söylüyor.
"Dayanılmaz bir durum; itiş kakış görüntüleri bombalama görüntülerinden bile daha acımasız."
Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar hayatta kalmak için her gün mücadele içindeler.
Ne zaman yardım kamyonları girse özellikle dağıtım merkezlerinde onlarca kişi öldürülüyor ya da yaralanıyor.
Bunun, açlığın "imha ve kontrol" amaçlarıyla ilişkilendirildiği tarihi katliamları anımsatan, rastgele değil, sistematik bir politika olduğunu ekliyor.
Gazze Şeridi'nden konuştuğum kişiler mesajı şöyle özetliyor:
Savaş durumunda "açlık" sivil nüfusu bilerek aç ve susuz bırakarak, devletler ya da örgütler olsun, koruyucularını baskı altına almayı ve onları siyasi ve askeri olarak teslim almayı amaçlar.
Açlık uygulamaları arasında, Sudan Savaşı ve Sovyet Ukrayna'daki Holodomor'da olduğu gibi mahsul ve hayvanların yok edilmesi yer alıyor.
BM İnsan Hakları Konseyi'nin Gazze ve Tigray (2023-2024) raporlarında insani yardımların reddedilmesi veya geciktirilmesi; tarımsal altyapı ve su kaynaklarının hedef alınması olduğu belgeleniyor.
Alex de Waal'ın "Kitlesel Kıtlık: Tarihi ve Geleceği" adlı kitabında analiz edildiği gibi askeri veya ekonomik ablukaların uygulanması ve çiftçilerin yerinden edilmesi veya topraklarına zorla el konulması yer alıyor.
Bu konu Naomi Hosking'in "Bir Silah Olarak Kıtlık: Gıda ve Savaş Politikaları" adlı kitabında da ele alınıyor. Kitapta gıdanın toprak ve nüfusu kontrol etmek için bir araç olarak nasıl kontrol edildiği gösteriliyor.
Sorumluları cezalandırmak neden zor?
Uluslararası Kızılhaç Komitesi tarafından yapılan çalışmalar da açlığın, çatışmanın istenmeyen bir sonucu olmatan ziyade, sivillere doğrudan zarar verecek şekilde gıda sisteminin bozulmasıyla silah olarak kullanıldığını ortaya koyuyor
Uluslararası hukuk, açlığın silah olarak kullanımını engelliyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde mağdurları temsil eden danışman Avukat Hasan el-Hattab, BBC'ye yaptığı açıklamada, uluslararası hukukun aç bırakmayı bir savaş silahı olarak kullanmayı suç saydığını ve Gazze'de olduğu gibi, özellikle sivillerin yiyecek ve ilaçtan mahrum bırakıldığı durumlarda, bunun insanlığa karşı bir suç olarak görüldüğünü söyledi.
Bu ihlaller Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü uyarınca savaş suçu teşkil ediyor.
Uluslararası hukuk alanında uzman avukata göre, "Hukuki metinlerin netliğine rağmen, uluslararası siyasi irade eksikliği nedeniyle hesap verilebilirlik 'nadiren' işliyor."
Hattab özellikle ABD gibi büyük güçlerin desteğinin önemli olduğunu belirtiyor.
Sudan, Suriye ve Tigray'deki vakalara rağmen, modern tarihte hiçbir tarafın aç bırakma uygulaması nedeniyle "açıkça sorumlu tutulmadığını" söylüyor.
Mike Davis, "Geç Viktorya Dönemi Holokostu, El Niño, Kıtlıklar ve Üçüncü Dünya'nın Yükselişi" adlı kitabında, özellikle Britanya Hindistanı'nda aç bırakmanın, asıl neden siyasi olmasına rağmen, sömürge toplumlarını zayıflatmak ve yıkıcı politikalar dayatmak için nasıl kullanıldığını gösteriyor.
Hukukçu Hassan el Hattab, Başbakan Binyamin Netanyahu dahil İsrail liderleri için tutuklama emirleri çıkarıldığını ancak bunların "siyasi baskı nedeniyle" uygulanamadığını belirtiyor.
Uluslararası hukuk açıkça açlığın bir silah olarak kullanılmasını suç olarak tanımlasa da, Cenevre Sözleşmeleri uyarınca, faillerin kovuşturulması karmaşık nedenlerden dolayı son derece nadiren gerçekleşiyor.
En dikkat çekici neden, "suç kastının" kanıtlanmasının zorluğu.
Bu tür davalarda ana zorluk, özellikle askeri, ekonomik ve çevresel faktörlerin kesişiminde, kıtlığa yol açma niyetinin kasıtlı olduğunu kanıtlamak.
Araştırmacı Alex de Waal, "Kitlesel Kıtlık: Tarih ve Gelecek" adlı kitabında, kıtlığın çoğu zaman "görünürde faili olmayan bir suç" olduğunu, özellikle de emirler veya resmi itiraflar olmadığında doğrudan yasal sorumluluğun izini sürmenin zor olduğunu belirtiyor.
Diğer yandan siyasi ilişkilerin karmaşıklığı ve uluslararası denetimin olmayışı da buna katkı sağlıyor.
Birçok durumda aç bırakmadan sorumlu taraflar genellikle büyük uluslararası güçlerin müttefikleri ya da hassas siyasi dengelerin paydaşı oluyor.
Bu nedenle sorumlu tutulmaları siyasi açıdan hassas bir mesele haline geliyor.
Araştırmacı Susan George, "Diğer Yarı Nasıl Ölür" adlı kitabında, küresel siyasi sistemin bazen açlık "suçlarını" örtbas etmeye veya önemsiz göstermeye nasıl katkıda bulunduğunu ve bunun da uluslararası adalet mekanizmalarını zayıflattığını açıklıyor.
"Açlığın Siyaseti" adlı kitabında ise, yardım örgütlerinin etkilenen bölgelere erişiminin nasıl engellendiğini ve bunun siyasi amaçlarla nasıl kötüye kullanıldığını anlatıyor..
Kıtlığın birçok vakada, "doğal" bir afet değil "siyasi bir karar" olduğunu vurguluyor.
Gazze'nin durumunda Hassan el Hattab, Başbakan Binyamin Netanyahu dahil İsrail liderleri için tutuklama emirleri çıkarıldığını ancak bunların "siyasi baskı nedeniyle" uygulanamadığını belirtiyor.
Diğer örnekleri neler?
Afrika'da araştırmacı Bridget Connelly, "Afrika'da Savaş ve Kıtlık" adlı kitabında savaş ve kıtlık arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koyuyor. Buna göre yardımlar bir kaldıraç olarak kullanılıyor ve siviller savaş stratejisinin bir parçası olarak yardımdan mahrum bırakılıyor.
Amerikalı tarihçi Timothy Snyder, "Hitler ve Stalin Arasında Avrupa'nın Kanlı Toprakları" adlı kitabında, Ukrayna'daki Holodomor (1932-1933) gibi yapay kıtlıkların, halkları boyunduruk altına almak ve demografik dengelerini değiştirmek için siyasi bir araç olarak kullanıldığını anlatıyor.
Tarihçi Anne Applebaum, "Kızıl Kıtlık: Stalin'in Ukrayna'ya Savaşı" adlı kitabında açlığın, Ukrayna kimliğine karşı örtülü bir savaş anlamına gelen bir "etnik temizlik" olduğunu ileri sürüyor.
Açlığın silah olarak kullanıldığı bilinen bazı diğer vakalar şunlar:
Leningrad Kuşatması, Rusya (1941–1944): Naziler kenti 870 günlüğüne kuşattığında nüfusu savaşmadan yok etmek amacıyla aç bıraktı, yaklaşık yarım milyon kişi açlıktan öldü.
BM, Yemen'de yüksek düzeyde akut gıda güvensizliği olduğuna dair uyarılarda bulunuyor.
Saraybosna, Bosna-Hersek (1992–1996): Sırp güçleri kenti kuşattığında elektrik ve gıdayı kesti. Kıtlık nedeniyle binlerce kişi uluslararası yardıma rağmen hayatını kaybetti.
Gazze Şeridi (2007– bugün): İsrail'in ablukası savaş döneminde ağırlaştı ve ülke özellikle Ekim 2023'ten bu yana açlığı toplu cezalandırma aracı olarak kullanmakla suçlanıyor.
Guta ve Madaya, Suriye (2013-2016): Eski iktidarın uyguladığı kuşatma sonucu siviller aç kalırken, zayıf düşmüş çocukların trajik görüntüleri ortaya çıktı.
Yemen (2015'ten günümüze): İç savaş, limanların ve gıda üretim tesislerinin ablukasıyla sonuçlandı. "Dünyanın en kötüsü" olarak tarif edilen kriz nedeniyle 17 milyon kişi açlıkla mücadele ediyor.
Tigray, Etiyopya (2020–2022): Etiyopya hükümetinin açlığı, halkı yiyecek ve ilaçtan mahrum bırakacak şekilde bir savaş aracı olarak kullandığı bildiriliyor.