Euronews Türkçe, Paris Siyasi Bilimler Akademisi (Sciences Po) öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşen Uysal ile Türk toplumunda muhbirlik pratiğinin arttığına dair makalesi üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.
Alıntılayarak aktarıyoruz:
Prof. Dr. Uysal, CİMER'in şikayet ve ihbar konusunda sağladığı kolaylığın altını çiziyor.
Yurttaşların talep, ihbar ve şikâyetlerini doğrudan başbakanlığa iletebilmesi amacıyla 2006 yılında kurulan Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), başkanlık sistemine geçilmesinin ve başbakanlık makamının ilga edilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) ile birleşti.
2018 yılından beri önemi ve kullanım oranı gittikçe artan servis, ilgili makamlara kolay ulaşım sağlaması sebebiyle toplumun çeşitli kesimlerinin kullandığı önemli bir araca dönüştü.
Bununla birlikte, madalyonun bir de arka yüzü vardı: CİMER'in sağladığı erişim kolaylığı, Türk toplumu içinde muhbirlik faaliyetlerinin artmasına da dolaylı olarak katkıda bulundu.
Medyaya yansıyan pek çok haberde, birbirini "Cumhurbaşkanı'na hakaret" gibi ithamlarla CİMER'e şikayet eden yurttaşların, hatta aile üyelerinin olduğunu gördük.
Bu fenomeni inceleyen Paris Siyasi Bilimler Akademisi (Sciences Po) öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşen Uysal, Euronews Türkçe'ye bir mülakat verdi.
Prof. Dr. Uysal ile “Muhbirliğin Kurumsallaşması ve Korku Rejiminin Konsolidasyonu” isimli makalesi üzerine konuştuk.
1- Muhbirliğin Roma İmparatorluğu’ndan bugüne negatif bir anlam taşımasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce, muhbirlik yapmayı “erdem” sayanlar bu görüşlerini nasıl temellendiriyorlar?
Aslına bakarsanız “bilgi verme” konusunda sözcük dağarcığı oldukça geniş. Özellikle Fransızcada aralarında nüanslar olan bir dizi kavram var. O kadar zengin olmasa da Türkçede de durum farklı değil. Şikayetçi, ihbarcı, köstebek, ajan, muhbir… Délateur yani muhbir bu kavramlar içinde en negatif anlama sahip kelime. Yabancı dillerde de böyle. Literatürde muhbir (délateur) ile şikâyet/ifşa (dénonciateur) eden arasında ayrım yapanlar da var, bu ayrımın anlamsızlığından dem vuranlar da. Jean-François Gayraud bu ayrımın yapılmasının hayati önemde olduğunu savunanlardan. Şikâyet yurttaşlık ödevidir, buna karşılık muhbirlik, düşmanı şeytanlaştırmaya yarayan ideolojik bir silahtır diyor. Uygulamada aralarındaki çizgi tanımlardaki kadar net değil, gri bir alan mevcut. Muhbiri şikayetçiden ayıran en temel özellik muhbirin gizliliği, yani kimliğinin gizli tutulması, mecazi anlamda karanlıkta hareket etmesi.
Son dönemlerde farklı siyasal sistemlerde “muhbir” kelimesinin kullanımından kaçınma eğilimi var. Onun yerine başka isimler kullanılıyor. “Signal” (uyarı, işaret etme) bunlar arasında öne çıkıyor. Rusya’da da ihbarın neredeyse yerini almış durumda. Bu kavramsal değişiklikler, muhbiri masumlaştırmaya ve toplumda daha kolay kabul edilmesini sağlamaya yönelik bilinçli adımlar. Muhbir dediğinizde toplumdaki algısı kötü, ama şikayetçi dediğinizde sorun yaratmıyor.
2- “Dilekçe / şikâyet / ihbar eril bir müessesedir” diyorsunuz makalenizde ve CİMER’e başvuruların yüzde 70’ine yakınının erkekler tarafından yapıldığını belirtiyorsunuz. Erkeklerin “muhbirliğe” bu kadar gönüllü olmasının altında ne gibi bir motivasyon yatıyor olabilir?
Bunu hem benim topladığım data ortaya koyuyor hem de resmi istatistikler. Resmi istatistiklerde de bu yüzde 70’lik oran CIMER’e tüm başvurulardaki (şikâyet, ihbar, bilgi edinme, görüş/öneri, istek, teşekkür) erkeklerin oranını gösteriyor, sadece ihbar kategorisini ele alsalar bu oran çok daha fazla çıkacaktır. Benim verilerimde kadın muhbirin izine hiç rastlamadım. Kadın mağdurlar var ancak kadın muhbir yok. Kadın mağdurlar da çoğu durumda kamusal alanda görünür ve etkin olan kadınlar. Bununla birlikte, boşanmak istediği eşini Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle CIMER’e şikâyet eden adam örneğinde olduğu gibi, mesele kamusal alanın dışına da çıkabiliyor. Buna rağmen, kamusal alanda görünürlük ile muhbirlik arasında yakın bir ilişki var. Bu erkeklerin muhbirliğe daha fazla meyletmesi, yani erkekliğin doğası ile değil, daha çok “dışarı” ile ilişkilerinin daha fazla olması ile ilgili bir durum.
Muhbir bize toplumsal yapıya dair de bir şeyler söylüyor. Türkiye örneğinde ihbarcı erkeklerin ezici çoğunluğa sahip olması toplumsal yapıyla yani erkek egemen toplumla yakından ilişkili. Yoksa, uluslararası literatürde kadın muhbirler üzerine yapılmış çalışmalar var. Tarih de bize bunu gösteriyor. Nazi dönemi Almanya’sında, Doğu Almanya’da ya da Fransız aşırı sağı içinde çok sayıda kadın muhbirin olduğunu da yapılan çalışmalardan biliyoruz.
3- CİMER, özellikle basit meselelerin çözümünde pek çok kişinin faydalı bulduğu bir araç. Bununla beraber, makalenizin başlığına atıf yaparsak, “muhbirliğin kurumsallaşmasına” da büyük bir katkısı olduğu gerçek. Sizce, kötücül tarafları olmayan bir CİMER mümkün olabilir mi?
Bu bir “kötü niyet” ya da “iyi niyet” meselesi değil, bu bir sistem meselesi. CIMER’in bize resmettiği şey aşırı merkezileşmiş bir yönetim sistemi. İnsanların en ufak ya da en yerel sorunun çözümünü bile Cumhurbaşkanlığında aramaları. Çoğu başvuruda başvurucular yazdıklarını Cumhurbaşkanının okuduğunu düşünüyor ve ona hitap ederek yazıyor. Hatta, bu metinlerde Cumhurbaşkanına bağlılıklarını ve sadakatlerini bildiriyorlar. Bunu gösteren çok örnek var. Örneğin belediyenin çözmediği bir otopark sorununun çözümünü ondan bekleyen de var, bir mahalle parkında asayişi sağlamasını bekleyen de. Su ve kanalizasyon işlerinin çözümü için yazan da… Liste uzun. Bununla birlikte bu başvuruların bize gösterdiği sadece en yerel sorunların çözümünü bile Cumhurbaşkanlığı makamından beklemeleri ve çözümün ancak oradan geleceği algısı değil, bu başvuruların dili bize ülkedeki kutuplaşma siyasetinin nasıl vatandaş nezdinde içselleştirildiğini de gösteriyor. Örneğin, Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde bir, hatta birden fazla “sorumluluk sahibi” yurttaş Tunç Soyer’i pandemi döneminde maske takmadığı gerekçesi ile CİMER’e ihbar ediyor. Bunu yaparken hem siyaseten tarafını belirtiyor hem de bir belediye başkanını/siyasetçiyi değersizleştirmeye çalışıyor.
4- Makalenizde paylaştığınız veriler, CİMER’e yapılan ihbarların 2015 sonrasında adeta katlanarak arttığını gösteriyor. Bu durumu sadece ülkenin o dönemki siyasi gündemiyle açıklamak sanki biraz zayıf kalacak. Sizce ne gibi etmenler bu sonucu getirdi?
Muhbirler puslu havaları sever ve böyle zamanlardan beslenirler. Türkiye’de 2015 sonrası böyle bir döneme denk düşüyor. Ortam çok müsait yani. Bununla birlikte, az önce söylediğim gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile de yakından ilişkili. Aşırı merkezileşme, sorunların çözümünü de o merkezde aramayı beraberinde getiriyor. Çoğu muhbir kendisini Cumhurbaşkanının yereldeki gözü kulağı gibi görüyor. Özellikle otoriter dönemeçler aşılırken sıkça gördüğümüz bir durum bu. İhbarın yönetimler tarafından teşvik edilmesi, sadece Türkiye örneğinde gördüğümüz bir durum değil, pek çok ülkede sivillerin kamu düzeninin sağlanmasına katılımı özendiriliyor. Zira, bu durum bir yönetme tekniği olarak da karşımıza çıkıyor. Son olarak, CİMER’in sunduğu başvuru kolaylıklarının da bu başvuru artışında önemli paya sahip olduğunu ekleyelim.
5- Sosyolog Jean-Paul Brodeur’e verdiğiniz referanstan yola çıkarsak, teknolojinin muhbirliği normalleştirmesi tespitini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce, muhbirliğin bundan 100 yıl öncekinden daha muteber olmasının en temel sebebi teknoloji midir, yoksa hukuken ve siyaseten atılan adımlar mı?
Muhbirlik olağanlaştırılıyor, ancak daha muteber hale geldiğini bence söyleyemeyiz. Bu bir normalleşme ve olağanlaşma süreci. Bizzat yönetimler tarafından izlenen bir politika ve bunun toplumdaki algıyı değiştirmesi söz konusu. Bir algı yönetimi olarak da düşünülebilir. Jean-Paul Brodeur’ün vurgu yaptığı şey de tam bu normalleşme. Fransızcada muhbire karga/kuzgun (corbeau) da deniyor. Buradan hareketle meslektaşımız kuzgunların kırlangıçlara dönüştürüldüğü bir normalleşme ve meşruiyet kazanma sürecinden bahsediyor. Bu süreçte ihbar, iktidarlar tarafından adeta bir vatandaşlık görevi gibi sunuluyor. Dediğim gibi, bu bir yönetme biçimi/tekniği, teknoloji onun sadece bir kolaylaştırıcısı.
6- Toplumda çok sayıda kişinin birbirini çeşitli örgütlere üyelik suçlamasıyla CİMER’e şikayet ettiğini - sizin de makalenizin tespit ettiği üzere - biliyoruz. Sizce, modern Türk toplumunun sahip olduğu bu temayülün altında, zamanında Fransız toplumunda görüldüğü şekilde bir “honnête homme”* ideali mi yatıyor? Cevabınız evetse, bu honnête homme’un muhafazakâr-milliyetçi yönleri ağır basan bir amalgam olduğunu söyleyebilir miyiz?
Farklı ihbar örneklerinden yola çıkarak muhbirin kendince, yani kendi dünya görüşü ve algısı çerçevesinde “adaletin tesisi” için adım attığını düşünen kimse olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal yardımlardan yararlanabilmek için kurumları yanıltan birini ihbar eden kişi kendini “haksız kazanca” engel olmaya çalışan “sorumlu bir yurttaş” olarak görüyor. Ancak işin diğer boyutunda böyle bir ihbarı yapan kimse, başkalarının özel alanını gözetleyen ve ona müdahale eden kişidir. Ruhsatsız işyeri işleten, diploma sahibi olmadığı halde dişçilik yapanları ihbar eden kişiler için de benzer bir durumdan söz edebiliriz. Bununla birlikte, örneklere yakından baktığımızda bu tür ihbarların çoğunda temel motivasyonun kişisel çıkar ve çatışmalar olduğunu da görürüz. Sizin sözünü ettiğiniz örgüt üyeliği ihbarlarında bile bu kişisel çıkar ve çatışmaları görebiliyoruz. Örgüt üyeliğinden ihbar ediyor çünkü o kişinin kadrosuna kendisinin atanması gerektiğini düşünüyor. Çıkar çatışması var anlayacağınız ve bu nedenle iftira atmaktan çekinmiyor. “Namuslu adam” miti, “namusun” ardında çıkar ve çatışmalar yatan bir kurgu sadece.
Evet, muhbirin genellikle bir siyasal profili var. Bu profil sadece iktidarlara göre belirlenmiyor, politik rüzgarlara göre de şekilleniyor. 2016 öncesi bir kişiyi Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi olduğu gerekçesiyle, yani bu nitelemeyle ihbar eden var mıdır sizce? Son yıllarda Fransa’da çok sayıda meslektaşımız Filistin meselesine destek verdiği gerekçesiyle ihbar edildi. Emmanuel Macron’un Filistin Devletini tanımasına ilişkin açıklamasından sonra bu tür ihbarlar devam eder mi sizce? En azından aynı yoğunlukta devam eder mi?
7- Bir baba ile kızının birbirlerini CİMER’e “Cumhurbaşkanı’na hakaret” iddiasıyla şikâyet ettiğini görmüştük, makalenizde de değindiğiniz üzere. Size göre bu durum toplumsal çürüme kitabından bir cüz müdür yoksa bu tarz vakaların münferit olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Münferit değil, ihbarın işleyiş mantığına içkin. Muhbirlik üzerine yapılan bütün çalışmalar kişisel çatışma ve çıkarlarla ihbar arasındaki sıkı ilişkiye işaret ediyor. Meseleye bu açıdan bakmak gerek. Tıpkı kişisel çatışmanın temelde yer aldığı bu örnekte de gördüğümüz gibi.
Unutmayalım ki, teknolojinin bu kadar gelişmediği dönemlerde muhbir kendi dar çevresini ihbar eden kişiydi. Aile bireylerini, komşularını, iş arkadaşlarını… Teknolojik gelişmeler bu çemberi genişletti. Aslında bu örnek bize daha da önemli bir başka şey söylüyor: çoğu zaman güvenli alan olarak addedilen ailenin o kadar da güvenli bir alan olmadığını ve ihbarlardan muaf olmadığını. Aile yılında aileye bir de bu gözle ya da Pierre Bourdieu’ye atıfla bir ilişkiler ağı olarak bakmakta fayda var. Bu ilişkiler çıkar ve çatışmalar üzerine kurulu. Yani muhbirlerin ihbarlarını üzerine inşa ettiği alanda.
8- Erişim kolaylığı faktörünün, CİMER’in bir muhbirlik aracı olmasında payı sizce nedir?
Oldukça önemli bir payı var. Şöyle düşünebilirsiniz, CİMER 7 gün 24 saat hizmetinizde, evinizin konforlu alanından çıkmadan İnternet üzerinden ihbarı yapabilirsiniz. Savcılığa ya da emniyete gitmeden. Gecenin 03:00’ünde ya da sabahın 05:00’inde. Herhangi biri ile muhatap olmadan. Ulaşım masrafına katlanmadan, kalkıp bir yerden bir yere giderek enerji harcamadan… Klavye başında ne hayatlar karartabilirsiniz!
9- Yapılan pek çok araştırma, Türk halkının kahir ekseriyetinin demokratik bir ülkede yaşamak istediğini gösteriyor. Örneğin Pew Research tarafından geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, Türk halkının yüzde 79’unun İsviçre’de uygulanan “doğrudan demokrasi”ye – vatandaşların sandığa giderek ortak kararlar aldığı yönetim şekli – destek verdiğini gösteriyor. Bu bilgi ışığında, muhbirliğe olan heves ile, toplumsal güven gerektiren bir yönetim şekli olan demokrasiye verilen değer arasında negatif yahut pozitif bir korelasyon olduğunu düşünüyor musunuz?
Muhbirliğe soyunanlar ile doğrudan demokrasi isteyenlerin bir kesişim kümesi var mıdır bilmiyorum. Bu özel bir araştırmayı gerektiriyor. Mesele sizin ifade ettiğiniz kadar basit değil. Ancak şunu söyleyebilirim ki, muhbir kendi ihbar faaliyetini kendi kafasında bir tür adalet duygusu ile meşrulaştırıyor. Kendince adaletin tesisine katılıyor.
Tunç Soyer’i maske takmadığı gerekçesiyle ihbar eden kişi, “Biz maske takmadığımız gerekçesiyle ceza öderken o ve beraberindekilerin ayrıcalığı nedir de takmıyorlar maskeyi ve onlara ceza kesilmiyor” diye soruyor. Kendince bir adaletsizlikten dem vuruyor. Ancak bu muhbir, ihbar etmenin dışında ne ölçüde demokrasi mücadelesi veriyor, imtiyazların son bulması için ne kadar çaba harcıyor, işte bu çok soru işaretli. Adalet arama kisvesi altında yaptığı en nihayetinde, az önce de anlattığım gibi, başka bir şey.
10- Son olarak; makalenizde sıkça vurguladığınız otoriter yönetim ile muhbirlik arasındaki sıkı bağlara gelelim. Uzun yıllardır ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü endekslerinde kümede kalma mücadelesi veren Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğunda muhbirlikle nasıl savaşılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Sizce demokratik bir yönetimde de muhbirlik kurumu hayatta kalabilir mi, yoksa bu durumun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Demokrasilerde de muhbirler var, ancak marjinalleşiyorlar, yani etkileri azalıyor. Ancak burada yanlış anlamaların önüne geçmek için şunun altını çizmek istiyorum. Siyasal rejimler verili donuk yapılar değildir, birer süreçtir. Bugün tanık olduğumuz üzere Batı demokrasileri de otoriterleşme süreçlerinden geçebilir. Bu demokrasiler içinde çatışma dinamikleri yükselişe geçebilir. Örneğin, demokrasinin tüm kurumları ile hüküm sürdüğü bir ülkede artan göç dalgaları çatışma dinamikleri yaratabilir. Muhbirler böyle ortamlardan da beslenir. Ama şüphesiz, otoriter baskıcı rejimler, muhbirlerin en sevdiği yerler ve zamanlardır.
Muhbirlerle nasıl mücadele edilir? Hukuki süreçleri işletmek çok önemli. Bu mücadelede muhbiri “karanlıktan çıkarıp” kimliğini de öğrenebiliyorsunuz üstelik. Bunun sadece size isnat edilenle mücadele edilmesi boyutu yok, aynı zamanda caydırıcı etkisi de olabilir. Muhbirin yaptığının bir bedeli olabileceğini bilmesi önemli.
Türkiye’de 2016’dan itibaren ihbar edilme kaygısıyla toplumda bir içe kapanma gerçekleşti. İlişkilerini başlarına bir şey gelir kaygısıyla dar çevreleriyle sürdürdüler. Ancak ihbar mekanizmaları için bu bir çözüm değil. Kaldı ki aile de güvenli bir alan değil. Dolayısıyla, çare içe kapanmada değil, mücadelede.
Son olarak, CİMER’in yasadışı faaliyet gösteren bir kurum olduğunu da hatırlatmadan geçmeyelim. Anayasa Mahkemesi’nin Kasım 2024 tarihinde yürürlüğe giren kararına göre, bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile faaliyete geçen CİMER’in yasal düzenleme olmadan bu işlemleri yapabilmesi mümkün değil. Ancak aradan geçen zaman diliminde yasal bir düzenleme yapılmadı. Bu nedenle CİMER’in işlemleri kararın yürürlüğe girdiği tarihten beri yasal değil. Bu durum da bir mücadele alanı yaratıyor.
*"Honnête homme" (Namuslu - dürüst adam), 17. yüzyıl Avrupa'sının ahlaki idealini ifade eden bir tanım. Geniş bir genel kültüre, saray eşrafınca hoş karşılanan nezaket ve tevazu gibi sosyal niteliklere sahip kişileri ifade ediyor.