Trump Batı sonrası bir Dünya yaratıyor

Trump Batı sonrası bir Dünya yaratıyor
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Kimileri Donald Trump’ın ABD müttefiklerini yabancılaştırmasının ikinci yönetim döneminde tersine döndürülebileceğini umuyor olabilir. Ancak ticaret savaşları, toprak talepleri ve zorlayıcı taktikleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir anlayış ve dünya düzeninin düzenleyici ilkesi olarak Batı fikri bundan zarar görmeye başladı bile.

AMITAV ACHARYA / Project-Syndicate 

Donald Trump göreve geldikten kısa bir süre sonra “Çağımızın temel sorunu Batı’nın hayatta kalma iradesine sahip olup olmadığıdır” demişti. Geride bıraktığımız birkaç ay, Batı liderliğindeki dünya düzenine yönelik en büyük tehdidin bizzat Trump’ın kendisi olduğunu gösterdi.

Bu gelişme temel bir değişime işaret ediyor. On yıllar boyunca Batı’ya karşı başlıca tehditlerin Rusya ve Çin’den geldiği düşüldüyse de altı aydan kısa bir zamanda Trump Batı’ya iki ülkenin yapabileceğinden büyük ve çok daha belirgin bir darbe indirdi.

Şu ana kadarki en yıkıcı hamlelerden biri de Batı’yı bir fikir olarak somutlaştıran kurumlara ve ittifaklara yönelik kapsamlı saldırısı oldu. Trump, 2024 başkanlık kampanyası sırasında, ittifakın savunma harcamaları hedeflerini karşılamayan NATO üyelerini Rusya’ ya “ne isterse yapmasına” izin vermekle tehdit etmişti. Bu tutum artık ABD’nin Avrupa’ya yaklaşımını belirliyor. Daha sonra, bu yılın başlarında Münih Güvenlik Konferansı’nda Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Avrupalıları kendi değerlerine ihanet etmekle ve “ifade özgürlüğünü” baskı altına almakla suçladı ki burada sağcıların göç ve kültürel çeşitliliğe karşı tutumlarından bahsediyordu. Trump yönetimi izleyen aylarda Avrupa’yı Ukrayna’nın geleceğine ilişkin müzakerelere dahil etmedi.

Yeni yönetim kıta Avrupalılarını küçümsemekle yetinmedi. Trump, Amerika’nın 51’inci eyaleti olması gerektiğini söyleyerek Kanada’ya sataştı, Grönland’ı Danimarka’dan alma tehdidinde bulundu, ABD’nin Panama Kanalı üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etmeyi önerdi ve Japonya, Güney Kore, Avustralya, Birleşik Krallık ve tüm diğer uzun soluklu müttefiklere cezalandırıcı gümrük vergileri getireceğini açıkladı.

Trump Batı birliğinin altını oyarken, Avrupa buna savunma harcamalarını artırarak ve Ukrayna’ya daha fazla yardım teklif ederek karşılık verdi. Ancak Macaristan gibi bazı Doğu Avrupa ülkeleri, ABD ve hatta Rusya ile ayrı güvenlik düzenlemeleri peşinde koşarken Avrupa’nın stratejik özerklik arayışını engellemeye çalışıyor olabilir. Bunun yanında Trump ve Vance’in Avrupa liberalizmine yönelik saldırıları, Batı’yı kendi içinde daha da bölecek olan aşırı sağcı partileri cesaretlendiriyor.

Transatlantik ilişkilerdeki kriz dünya çapında yankı bulacak ve küresel bir güç olan Batı’yı zayıflatacaktır. Avrupa’nın stratejik özerklik arayışı çok ileri gitmese bile, önemli ölçüde güçlendirilmiş bir askerî kapasite inşa etmek kaynaklarını zorlayacak ve dünyanın en büyük uluslararası insani yardım kaynağı olma rolünü azaltacaktır. Trump’ın ABD’nin dış yardımlarında yapacağı büyük kesintilerle birleştiğinde, Batı’nın küresel etkisinin önemli bir kaynağı olan kalkınma ve insani yardım alanındaki lider konumu tehlikeye girecektir.

Trump gündemini takip ederken, Batı emperyalizminin klasik bir aracı olan böl ve yönet stratejisini benimsiyor. Hem ekonomik hem de askerî baskı kullanarak, kendisiyle anlaşma yapmaya istekli olanları (Hindistan gibi) daha az istekli olanlardan (Çin gibi) ayırabilir. El Salvador’dan İtalya’ya sağcı popülistleri besleyerek küresel ideolojik ayrılığı da şiddetlendirebilir.

Trump, şimdiye dek Batı’ya meydan okuyanları da güçlendiriyor. Yıkıcı tutumu dikkatleri Çin’in gelişmekte olan ülkelerle şeffaf olmayan finansman anlaşmalarıyla yürüttüğü Kuşak ve Yol Girişimi gibi tartışmalı politikalarından uzaklaştırarak, ABD’nin Ukrayna’nın kritik madenlerine yönelik talebini daha masum bir hale getirdi. Grönland’ı isteme gerekçesi de (doğal kaynaklara sahip büyük, stratejik bir bölge olması) Çin’in Güney Çin Denizi’nde toprak iddialarında bulunma motivasyonuna çok benziyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline göz yuman Trump, Kremlin’in küresel konumunu güçlendirmesine de yardımcı oluyor. Ukrayna’nın NATO üyeliği talebini reddetti. Hatta Rusya’yı G7’ye geri almak istiyor (2014’te Kırım’ı yasadışı ilhakının ardından çıkarılmıştı). Ayrıca Ukrayna’dan ele geçirdiği toprakları elinde tutmasına izin verecek bir anlaşmanın parçası olarak Rusya’ya yönelik yaptırımları hafifletmeye de açık. Böyle bir sonuç Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in jeopolitik emellerini meşrulaştıracak ve Avrupa güvenlik düzenine ölümcül bir darbe indirecektir.

Kimileri Trump’ın ABD müttefiklerini yabancılaştırmasının ikinci yönetim döneminde tersine çevrilebileceğini umuyor olabilir. Bu pek mümkün değil. Trump’ın gümrük vergisi savaşı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Batı idealine çoktan zarar verildi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyenput’un dediği gibi, “Bildiğimiz Batı artık yok”. Kanada’da Liberal Parti’nin şaşırtıcı bir biçimde geri dönmüş olması, ülkenin ABD’ye tepkisinin derinliğini gösteriyor. Bir gecede paramparça olan ilişkilerin yeniden inşası yıllar alacaktır.

Trump Batı’yı zayıflatsa bile ABD’yi güçlendirmeye devam edebilir mi? Bu da olası görünmüyor. Amerika’nın dostları ve müttefikleri sadece güvenilir bir güvenlik ya da ticaret ortağı olarak ABD’ye olan inançlarını kaybetmekle kalmadılar; artık kendilerinden başka hangi kaynakların ve imtiyazların koparılmaya çalışacağını da merak edip duracaklar. Bu gibi endişeler de Batı’ya Rusya ve Çin karşısında her zaman belirleyici bir üstünlük sağlayan ittifak sistemini zayıflatacaktır.

Japonya, Suudi Arabistan, Güney Kore, Hindistan ve Singapur gibi ülkeler ABD ile güvenlik bağlarını kesmeyecek olsalar da Amerika’ya olan bağımlılıklarını azaltmaya ve diğerleriyle ilişkilerini geliştirmeye yönelecektir. Trump’ın dış politikası neredeyse kesinlikle daha fazla korunma ya da bağlantısızlığa yol açacaktır. Örneğin Avrupa Birliği, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye gibi Batılı olmayan yükselen güçlerle ortaklıklarını genişletmeye çabalayacaktır.

Trump’ın politikaları, kısa süre önce beş yeni üye ekleyerek toplam üye sayısını 10’a çıkaran BRICS gibi grupların arkasındaki ivmeyi de güçlendirebilir. Ayrıca Çin’i içeren ancak ABD’yi içermeyen düzenlemelerin cazibesini de artıracaktır. Örneğin, Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Singapur gibi ABD ortakları ve müttefiklerini içeren bir Asya-Pasifik serbest ticaret anlaşması olan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP), Çin, Hindistan, İngiltere, Almanya ve İtalya’yı bir araya getiren Asya Altyapı Yatırım Bankası için de geçerli olduğu gibi önemli bir küresel oyuncu haline gelebilir.

Deniz Hukuku, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Paris İklim Anlaşması’nda hâlihazırda görülen bu tür Amerikan dışı işbirlikleri, Trump’ın dünyasında daha da fazla ilgi çekecektir. Yeni ABD yönetimi sadece Batı’nın hâkimiyetini değil, Amerika’nın kendi küresel etkisini de hızla zayıflatıyor. Trump’ın yükselen güçlerin, orta güçlerin, bölgesel nüfuz sahiplerinin ve “Batı-Öteki” ayrımındaki diğer düzenlemelerin farklı kombinasyonlarını teşvik edeceği kesin. “Küresel çok katmanlı” olarak adlandırdığım bu yeni çerçeve hem Amerika sonrası hem de Batı sonrası dünyanın gelişini hızlandıracaktır.

Bu yazı (28 Haziran 2025) Project-Syndicate sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
 

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.