Türkiye: Neşesi Çalınan Bir Millet
- Telegram
Türkiye bugün dünyanın en sinirli ikinci ülkesi. Avrupa’da ise öfke konusunda rakibimiz yok. Bu tablo, yalnızca günlük tartışmaların, trafikteki kornaların ya da sosyal medyadaki hakaretlerin yansıması değil; toplum olarak ruh sağlığımızın geldiği noktayı gösteren çarpıcı bir işaret.
Son on beş yılda antidepresan kullanımı üç katına çıktı. Hapishane nüfusumuz 2000’lerin dört katı. Silahlı şiddet olayları neredeyse her yıl artarak devam ediyor. Bu rakamlar birer istatistikten ibaret değil; öfkesi büyüyen, çaresizliği derinleşen, neşesi çalınan bir toplumun ruh haritası.
Öfkenin kökeni
Öfke aslında en kırılgan duygularımızdan biridir. İnsan kendini görülmemiş, anlaşılmamış ya da değersiz hissettiğinde öfke birikir. Türkiye’de bireyler daha çocukken duygularını bastırmaya alıştırılıyor. “Ağlama”, “sus”, “sesini çıkarma” gibi kalıplar, duyguların ifade edilmesini engelliyor. Yetişkinliğe gelindiğinde öfke, tek geçerli iletişim dili haline geliyor.
Toplumda öfke çoğu zaman “güç” ile karıştırılıyor. Masaya yumruğunu vuran, sesini yükselten kişi güçlü sanılıyor. Oysa bu, gücün değil, çaresizliğin maskesi. Asıl güç, öfkesini yönetebilen, duygularını sağlıklı ifade edebilen insanda saklıdır.
Neşemizi çalan unsurlar
Elbette ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve gelecek kaygısı var. Ancak mesele yalnızca maddi değil; ruhsal da. İnsan geleceğe dair umut göremediğinde, topluma, adalete ve yöneticilere güvenmediğinde; yüzündeki gülümseme kayboluyor. Umutsuzluk, yalnızlık ve değersizlik duygusu; bireyleri daha öfkeli, toplumu ise daha kırılgan hale getiriyor.
Çıkış yolu nerede?
Psikoloji bize şunu söyler: Öfke bastırıldığında patlar, anlaşıldığında ise çözülür. Türkiye’nin ihtiyacı öfkeyi bastırmak değil, anlamak ve kök sebeplerini iyileştirmektir.
• Aile: Çocuklara duygularını ifade etmenin zayıflık değil, güç olduğunu öğretebilmeliyiz.
• Okul: Müfredata duygusal eğitim girmeli. Empati, iletişim, öfke kontrolü en az akademik başarı kadar önemsenmeli.
• Medya: Sürekli çatışma ve şiddet pompalamak yerine umut ve iyileştirici hikâyelere yer açılmalı.
• Toplum: Adalet ve güven yeniden tesis edilmeli. İnsan “ben bu ülkede değerliyim, yanımda devletim ve komşum var” diyebilmeli.
Bir psikologun gözlemi
Yıllardır çocuk, ergen ve yetişkinlerle çalışıyorum. Çocuklarda öfke çoğu zaman görülme arzusudur: “Beni fark edin!” Ergenlerde kimlik mücadelesi, yetişkinlerde çaresizlik, yaşlılarda ise unutulma korkusu öfkeye dönüşür. Yani farklı yaşlarda farklı şekillerde görünse de öfkenin kökeninde hep aynı şey vardır: Görülme ve anlaşılma ihtiyacı.
Biz öfkeli bir millet değil, yaralı bir milletiz. Yaralarımızı görmezden geldikçe öfke büyüyor. Ama şefkatle, empatiyle ve adaletle bu yaralara dokunduğumuzda toplum yeniden neşesini bulabilir.
Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, öfkeyi susturmak değil; onu dinlemek, anlamak ve altında yatan yaraları onarmaktır. Ancak o zaman bu topraklarda yeniden gülümsemek mümkün olacak.