Estetik Takıntı Değil, Ruhsal İhmal
- Telegram
Nihal Can’dan öldü.
Henüz 26 yaşında…
Yediği yemek değil, yutamadığı duygular boğdu onu.
Görünürde bir “zayıflama hastalığı”ydı belki; ama gerçekte bu, yıllardır biriken bir görülmeme, duyulmama ve değerli hissetmeme meselesiydi.
Toplum hemen hazır bir suçlu buldu:
Estetik baskısı, sosyal medya, güzellik algısı…
Ama ben bir psikolog olarak söylüyorum:
Bu olayın asıl faili ne kilo takıntısı ne sosyal medya…
Asıl mesele, çocukluktan taşınan ruhsal boşluklardır.
Anoreksiya gibi rahatsızlıklar yalnızca “zayıf görünme isteği” değil,
kendine yönelmiş bir öfkenin, cezalandırmanın, değersizliğin bedenle ifadesidir.
Herkes Nihal’in zayıflığından bahsediyor ama kimse şunu sormuyor:
• Ne zaman kendini fazlalık hissetmeye başladı?
• Kim ona çocukken “sen yeterli değilsin” dedi?
• Ne zaman duyulmadı, ne zaman görülmedi, ne zaman yalnız bırakıldı?
Annesi, babası, yakın çevresi bugün derin bir acı içinde. Bu çok anlaşılır.
Ama artık şu gerçeği konuşmamız gerekiyor:
- Bir çocuk 34 bedene düştüğünde değil, 7 yaşındayken içine kapandığında fark edilmeliydi.
- Bir genç kız yemek yemediğinde değil, çocukken ruhunu susturduğunda yardım alınmalıydı.
- Bir psikoloğa “bir kez götürmekle” değil, duygusal sağlamlık inşa etmekle iyileşme sağlanır.
Çok net söylüyorum: Bu olayda toplumun payı elbette tartışılabilir ama asıl sorumluluk ailede.
Ve evet, aileler bu tür trajedilerden sonra “toplumu” suçlamadan önce
kendilerine şu soruları sormalı:
– Ben çocuğumun duygusal ihtiyaçlarını gerçekten görebildim mi?
– Onun sessizliğini fark ettim mi?
– Ona güçlü görünmesi gerektiğini değil, kırılabileceğini söyledim mi?
Her zayıf kadın anoreksik olmaz.
Her estetik kaygısı olan genç bu sona varmaz.
Öyle olsaydı hepimiz anoreksi olurduk.
Ama olmaz.
Çünkü mesele dış görünüş değil, iç dünyadaki savaştır.
Mesele kilo değil, kendilik değeridir.
Ve en önemlisi mesele şu:
Kendisini yok ederek ancak görünür olabileceğine inanan bir ruh, çoktan yara almıştır.
Evet geçen hafta bir genç kadını kaybettik.
Ama kaybettiğimiz şey sadece bir beden değil. İhmal edilmiş bir çocukluktu o.
Terapilerle, ilgiyle, sevgiyle onarılabilecek bir ruhun sessiz çöküşüydü.
Toplumu suçlamak kolay.
Ama bir aile olarak dönüp aynaya bakmak zor.
Ve artık bu cesareti göstermek zorundayız.
Çünkü bir çocuğu “iyi anne” olarak yetiştirmek yetmez. Onun gerçekten iyi hissetmesini sağlamak gerekir.