Abdullah AĞAR

ABD'nin askeri başarısı mı, jeopolitik fiyaskosu mu?

Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Etki, ürettiği küresel belirsizlik, teolojik kutuplaşma ve varoluşsal riskler üzerinden bir Çözüm Arayışı: Medine Sözleşmesi…

ABD'nin B-2 Spirit’ler başta 125 hava aracının dahil olduğu bir operasyonla İran'ın yeraltındaki nükleer tesislerine saldırması askeri bir başarı mı?
Evet…

ABD, B-2 Spirit uçaklarıyla başlattığı 125 hava aracı destekli İran saldırısıyla sadece nükleer kapasiteyi imha etmeyi değil; İran’ı, Ortadoğu’yu ve bu güç gösterisi üzerinden küresel düzeni yeniden tasarlamayı hedefledi. Ancak stratejik başarı jeopolitik bir boşluk üretti. Çünkü hedefler değil, oyun kuralları değişti.
///
Hedeflerdeki imha, işlevsiz hale getirme, nükleer programı geciktirme etkisi hala belirsizliğini korusa da, stratejik bombardıman uçaklarıyla yapılan (1) kıtalararası stratejik sızma, (2) baskın ve sürpriz etkisi, (3) diğer kabiliyetlerle (stratejik konumlanma, stratejik komuta-kontrol-koordinasyon ve istihbarat, diğer uçak, denizaltı ve gemi, tomahawk füze, E/T, uydu desteği, siber katkı vd. ile) desteklenen saldırı, (4) GBU-57’lerin yetersiz kalma riskini ortadan kaldırmak üzere (özellikle Fordow’da) grup bomba kullanma (5) zayiatsız görevi tamamlama (6) stratejik sıyrılma, (7) stratejik tespit, değerlendirme, (8) kamu diplomasisi, algı yönetimi, hatta lider PR’ı, köpürtme.
Bunların hepsi tamam. 
Ama bu stratejik etki; “Jeopolitik bir hüsran” olabilir mi?
Evet.
Çünkü, İran’ın zenginleştirilmiş uranyumun nerede olduğu belli değil.
YOK!
///
Aslında ve çok ilginç bir şekilde İran, saldırıdan önce saldırıya cevap vermesiydi. Zenginleştirilmiş uranyumu bilinmeyen bir yere transfer ettiğini söyledi. 
Böylece jeopolitik ortam, küresel nükleer düzen/statü/imtiyaz İran’ın bu ‘saldırıdan önce saldırıya cevap verme’ hamlesiyle çok daha büyük bir belirsizliğe sürüklendi.
Tabi İran yalan söylemiyorsa…
Yalan söylemediğini destekleyen birkaç ayak izi var. Savaş başladıktan sonra Avrasya ekseninden İran’a inen nakliye uçakları, Uluslararası Atom Enerjisi kurumunun vurulan yerlerde bir nükleer sızıntı izini teyit edememesi ve Kuzey Kore’nin açıklamaları.
Peki İran, zenginleştirilmiş uranyumu nereye transfer etti?
1-İran içinde gizli bir başka tesise,
2-Ülke dışında bir alana: 
(a) Ortadoğu’da vekil bir güç alanına, 
(b) Kuzey Kore, Venezüella gibi nükleer bir ortağa,
3-Çin ya da Rusya gibi bir nükleer bir hamiye.
4-Netenyahu’nun olasılığı iddia ettiği gölge bir orduya. (İsrail’inkine benzer bir bavuldaki bomba doktrini eşliğinde)
///
İran’ın bu yaptığı ya da yaptığını iddia ettiği;
Hesaplı belirsizlik (Calculated Ambiguity), ikincil vurucu güç (Second Strike) varlığı, belirsizlik yoluyla caydırıcılık (Deterrence by Uncertainty) olarak okunabilir. 
Ama ne olursa olsun İran’ın zenginleştirilmiş uranyumu transferi her bir olasılıkla farklı farklı jeopolitik sonuçlar, riskler, arayış ve mücadele üretir.
///
Hatırlar mısınız, bundan 15 yıl kadar önce İsrail İran’ın nükleer kabiliyetine fantastik bir saldırı yapmıştı. İran’ın nükleer programı birkaç yıl gerilemiş, ama sonra çok daha kararlı, etkili, büyük ve tehlikeli geri dönmüştü. Şimdi ki ortam çok daha gergin ve varoluşsal risklerle dolu. 
Ve her bir durumun jeopolitik sonuçları farklı farklı da olsa;
-Yeni nükleer arayışlarla,
-İran başka ülkelerin 1968 anlaşmasından çekilmesiyle,
-Küresel nükleer ortamın yeniden şekillenmesiyle,
-Yeni nükleer dehşet dengelerin kurulmasıyla,
-İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunun kimin elinde olduğuna bağlı küresel takas, pazarlık, şantaj, hami ortamlarının şekillenmesiyle,
-Bu takas ve pazarlıklar üzerinden enerji, ticaret koridorlarının belirlenmesi, kaynak ve coğrağya paylaşımıyla ilgili,
-Ortadoğu’dan başlayıp Asya’ya, Latin Amerika’dan Kıt’a Amerika’sına uzanan nükleer baskıyla ilgili pek çok ortam var. 
///
Menahim Begin 1979’da Pakistan’ın nükleer kabiliyet edinme çabasıyla ilgili kuvvetli rahatsızlığı ifade etmişti.
“Zaman içinde İsrail; 1981’de Irak’ı, 2007’de Suriye’yi ve tekrar tekrar İran’ı vurdu. Tehdit etti, baskıladı, ama çözüm üretemedi.”
Yok edeceğim derken, geleceği eline yüzüne nasıl bulaştırdığını, düşmanlığı genetiğe nasıl ektiğini gördük.
Kendince sorunu çözeceğim derken, sorunun parçası oldu. 
Geleceği ve geleceğini belirsizliğe sürükledi. Hatta kendi kendinin sorunu oldu.
///
Peki İsrail ile İslam coğrafyası arasındaki bu büyük güven bunalımı nasıl ortadan kalkar?
Belki de çare Vahiy’de ve Hz. Peygamberin Vahiy’den ürettiği pratikle Medine’de ürettiği çözümdedir.
Medeni, Medine, Medeniyet aynı köktendir. İnsanlık ve karşılıklı güven demektir.
///
“Hz. Peygamber Medine’de Medine Sözleşmesi ile sadece bir yönetim modeli değil, aynı zamanda ontolojik bir barış düzeni inşa etti. Bu pratik, sadece Müslümanlara değil, farklı inanç ve kabile gruplarına birlikte yaşama zemini sunan, hukuki, siyasi, toplumsal ve ahlaki bir kurucu sistemdi.”
///
“Ve lâ tezdiru vâziratun vizra uhrâ.” (En‘âm, 164)
Kimse kimsenin günahını yüklenmez.
Bu ayet ve benzeri ilkelerle, Medine Sözleşmesinde bireysel sorumluluk esas alındı. İnsan soyuna, kabilesine, dinine göre değil; iradesine ve eylemine göre değer verildi. (Evrensel Eşitlik)
///
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256)
Medine’de Yahudiler, Müşrikler, Müslümanlar birlikte yaşadı. Vahiy, bu çok inançlı toplum yapısına baskı değil, güvence sundu. (İnanç Özgürlüğü)
///
“Onlar işleri aralarında istişare iledir.” (Şûrâ, 38)
Bu haliyle Medine Sözleşmesi, farklı din, kabile ve çıkar gruplarını içeren bir sivil toplum sözleşmesi.
Hz. Peygamber, vahyin istişare ilkesine dayanarak, tüm grupların haklarını tanıyan bir siyasi-ahlaki sözleşme düzeni kurdu.
Bu düzen “ümmet”i sadece dini değil, siyasi birlik ve sorumluluk temelli hale getirdi. Sözleşmesi ile “Ümmet” kavramı ilk kez dini değil siyasi/toplumsal bir birliktelik anlamında kullanıldı.
Bu çok önemlidir. Sonuçta kimsenin birbirine Allah’ın soracağı soruyu sormaya hakkı yok, imtihan sırrına müdahale edemeyiz, dinde aynı olmasak bile yaradılışta, zamanda, dünyada ortak ve kardeşiz.
///
“Dinde zorlama yoktur. Doğrulukla sapıklık birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara, 256)
Yahudiler, Müslümanlar, Müşrikler bir arada yaşadı.
Vahiy, insanların inançlarını özgürce koruyabileceği bir alan açtı.
Hz. Peygamber, bu özgürlüğü zorbalıkla değil, güvenle inşa etti.(Çoğulculuk ve İnanç Özgürlüğü)
///
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin…” (Mâide, 8)
Medine pratiğinde din, kabile ya da çıkar farkı gözetmeksizin adalet esastı.
Bu adalet, sadece hukuk değil, ahlaki ve ilahi bir ilke olarak uygulandı. (Adaletin Mutlaklığı)
///
Medine’deki (bugünkü ölçekte Ortadoğu’daki) tüm unsurlar dış tehdide karşı birlikte savunma hakkına sahipti. Bu, güç tekeline değil, güven ortaklığına dayalı bir düzendi.
/// 
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun…” (Maide, 8)
Vahiy, sadece bir hukuk değil; ahlakla temellenmiş bir adalet anlayışı üretti. Düşmana bile adaleti emretti.
///
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107)
Sözleşmeyi inşa eden Hz. Peygamber, güce ulaştığında intikamla değil; (Fetih sonrası Mekke’de olduğu gibi) affedici, onarıcı bir akılla davrandı.
Bu, vahyin “güç kullanımı”nı da ahlaki ilkeye bağlı olduğunu gösterdi. (Güç – Merhamet Dengesi)
///
İsrail-İslam dünyası arasındaki genetik düşmanlığın çözümü, daha fazla güçte değil; “güveni mümkün kılan, çoğulculuğu kuşatan, ahlakı temele alan” bir medeniyet aklında olabilir.
Bu, Vahiy’den üretilmiş; yaradılış gayesi-insanlık-gelecek-zaman-kainat dengesi üzerine kurulu zihin modelidir.
///
Hz. Peygamber’in Medine’de ürettiği pratik, vahyin indirildiği ortamda bir medeniyetin çekirdeği olarak durur:
Savaşın bile hukukla yapıldığı,
Güçlünün değil, haklının öne çıktığı,
İnançların değil, ihanetin cezalandırıldığı, kabilelerin değil, ortak aklın yönettiği ve farklılıkların birlikte yaşadığı bir düzen…
Bugün nükleer kaosun eşiğinde bir dünyada, bu örnek sadece bir nostalji değil; insanlık için yeni bir yol haritasına dönüşür mü?
Benim aradığım budur.
///
Medine pratiği, vahiyden üretilmiş bir normatif sibernetik sistemdir. Komuta değil koordine eden, tahakküm değil güven üreten bir denge algoritmasıdır.
///
Peki bunlara şimdi kim bakacak?
Sorun buradadır.
Benim acım, umudum, kaygım, hayalim ve hayal kırıklığım, duam buradadır.
///
Son cümlem de şu: Vahyi ve Vahiy’deki Hz. Peygamberi hak ettiği gibi okumayan, anlamayan, yaşamayan, uygulayamayan ve savrulan, şu son dönemde de vekaletler savaşıyla, mezhep ve meşrep fitneleriyle, FETÖ’yle, Daeş’le, birbirini kafir, mürted, zındık, tağut olarak tanımlayıp boğazını kesmeyle bozguna uğrayan bizler, insanlığın-adaletin-ahlakın bittiği, kural temelli dünya düzeninin yıkıldığı, yaradılışın sarsıldığı bu çağda kendimize, insanlığa ve geleceğe bir yol gösterebilir, bir çözüm üretebilir miyiz?
Var mıyız?
Var olmak zor, YOK OLMAK kolay.
///
Çözüm hala güçten değil, kavramsal üstünlükten geçiyor.
Jeopolitik çözümün temelinde hala kavramsal, akıl ve ahlaki üstünlük yatıyor.

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Abdullah AĞAR yazıları