Türkiye, ABD–İngiliz ilişki sisteminde yeni bir statü mü arıyor?

- Telegram
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD Seyahati Üzerine Bir Yorum…
Hatırlarsınız, geçmişimizde “İngiliz Sömürgesi mi olalım, Amerikan Mandası mı” diye bir tartışma vardı.
İlginç bir şekilde günümüz reel politiğinde benzer bir durum var:
ABD’yi İngiltere üzerinden dengelemeye çalışırken…
Ve tabii içimizdeki İngilizciler ya da Amerikancılar üzerinden…
“Bir İngiliz sömürgesi mi olacağız? Yoksa bir Amerikan mandası mı?”
Yoksa zor da olsa bize yakışan bir başka çözüm mü üreteceğiz?
Yani; gerçek bir Türk, gerçek bir Müslüman, gerçek bir Atatürkçü olacak…
Gereğini yapacak, yapabilecek miyiz?”
Trump ve ekibi ne dedi?
“Meşruiyet verelim.”
“Bizim için bir şey yapsınlar.”
İyi de bunlar ne demek?
Bu lafları eğip bükemezsiniz.
Bu; “İç siyasete yeşil ışık-destek, karşılığında stratejik taviz” demek.
Türkiye’den enerji, savunma, kaynak, tedarik, jeopolitik duruş, üniter yapı ve terörle mücadele tavizleri istemek demek. Bu meşum meşruiyet desteği karşılığında, stratejik bağımlı olacaksın demek… Havuç sopa masasında bağımsızlığımızı elimizden almak istiyorlar demek.
Yani mesele S-400’ler ve Patrik üzerinden oynanan yeni Ekümeniklik oyunları değil, çok daha derin mevzular. Hoş, sadece S-400’lerin ve Ekümenliklik oyunlarının bile son derece riskli karşılıkları, jeo ve teopolitik bağlamları, karşı hamleleri var.
Kısacası Trump ve ekibinin düşünce algoritması net: Biz sana iktidarını koruma şansı veririz, sen de bize Gazze’de, İran’da, Rusya’da, Çin’de uyumlu olursun:
Yani bu açıdan bakınca ortada vahim bir durum var.
ABD’nin geçmeyen teskereden, Trump’ın da papazdan ve mektuptan günümüze uzanan tehdit, şantaj ve baskıları, bu ziyarette bir kez daha kendini göstermiştir. Hem de bazı övgü, güzelleme, sandalye çekme gibi jest, söylem ve hedef medyaya malzeme üreten algı oyunları eşliğinde.
Ama öte yandan İngiliz dengesinde yaşadığımız durum da ortada. Hatta daha da ağır sonuçlar ürettiği görülmek zorunda:
• Terörle mücadelenin geldiği tavizler ortamı ortada.
• Gazze ortada.
• Suriye ortada.
• Ekonomi ortada.
• Stratejik egemenlik ortada.
• City of London’dan alınan borçlar günü kurtardı, ama geleceği kararttı.
Farkında mısınız; İngiliz dengesinde Türkiye’nin stratejik egemenliği “sessizce” törpülendi. İngiliz dinleri ve türevleri üzerinden sınır ötesindeki sorunlar, bölünmeler, ayrışmalar derinleşirken, içeride zaten sancılı olan inanç ve kamusal bütünlük çok daha ağır bir belirsizliğe sürüklendi.
İşte bu, bir tankla, bir uçakla değil belki ama inançlarla, kavramlarla oynayarak, ittifak içi krizlerden beslenerek, kötü polisin iyi polisi olarak, bir masayla, bir metinle, bir finansal bağla, bir umut istismarıyla işleyen “sessiz sömürgecilik, sessiz işgal” algoritmasıydı.
Şimdi tekrar başa dönelim:
Peki olası bu yeni durum ne anlama geliyor?
Türkiye, ABD–İngiliz ilişki sisteminde yeni bir statü mü arıyor?
Yeni bir denge mi?
Yoksa yeni bir tuzağa mı koşuyor?
Öncelikle sorular çok ağır:
• Bu denge sağlanabilir mi?
• ABD baskı düğümü çözülür mü?
• Bu denge arayışından Türkiye’nin stratejik egemenliği çıkar mı?
• Yoksa denge arayışı geriye mi teper? Çift düğüm sendromu mu doğar? Bir yandan baskı, öte yandan manipülasyon, öte yandan yaptırım…
Bu düğüm/düğümler çözülmezse Türkiye’de, sınır ötesinde ve küresel düzende neler olur?
Peki devir, gerçekten denge devri mi? Sürdürülebilir mi?
Farkında mısınız bilmem, ama küresel gerilim önceki küresel savaşların öncesindeki gibi.
Diğer taraftan denge üreteyim, fırsatçılık yapayım derken İran’ın düştüğü hal ortada. İsrail saldırılarında elinde ne Rus Su’ları, ne de Çin J’leri vardı.
Ne Avrasya’da güven ne Atlantik’te. Bizim için ise üstüne bir de Atlantik içi güvensizlik var.
TRÇ üzerinden jeopolitik tercihlerle ilgili sorum da şu:
İngiliz güdümlü Avrasyacılık mı?
Yoksa ABD güdümlü Atlantikçilik mi?
Yoksa yoksa Atlantik içinde savrulmak mı?
Çare “Bağımsız Avrasyacılık” diyenleri duyar gibiyim. Peki gerçekte bağımsız bir Avrasya var mı?
Şu dönemde mümkün mü?
Rus’un ana karayı, İngiliz’in kenar kuşağı paylaştığı günden buyana Avrasya genetiğine, ŞİÖ ve BRICS’in bileşenlerine, kimyalarına ve çözümlerine bir daha bakın derim.
Ve bir başka soru daha:
ABD–İngiltere kavgasını/rekabetini/işbirliğini gerçekten doğru okuyabiliyor muyuz?
İyi polis–kötü polis oyununu, kayıkçı kavgasını, cambaza bak düzenini…
Tokadı yediğimiz babadan ana kucağına kaçarken, ananın da ne kadar baba olduğunu görebiliyor muyuz?
O halde çözüm nerede?
Bence gerçek çözüm ne İngiliz sömürgesinde ne ABD mandasında ne de ikisinin arasında pinpon topu olmakta.
Çözüm, stratejik özerkliği sağlamakta.
Kendi enerji, gıda, teknoloji, savunma ve finans düğümlerini kurmakta.
Kendi inanç sistematiğinin, kavramlarının ve hedeflerinin özüne dönmekte, Arap-İngiliz-Amerikan dinlerinden, şirk dinlerinden arındırmakta.
Ve evet…
Gerçek bir Türk, gerçek bir Müslüman, gerçek bir Atatürkçü olmakta…
Gerçek bir Türk, gerçek bir Müslüman, gerçek bir Atatürkçü kimliğini aynı anda taşıyacak bilinci ve iradeyi inşa etmekte.
Geçmişte gerçek Türkler, gerçek Müslümanlar, gerçek Kuvayı-ı Milliyecilerin ve bir Atatürk bütün bu devşirme-sömürge-manda-işgal-istila oyunlarını bozmuştu.
Türkiye, Türk ve İslam Dünyası ve İnsanlık için bir umut, bir örnek, bir ilham olmuştu.
İlginç bir şekilde ABD-İngiltere ikilisinin de ya da bir başka açıdan Anglo-Sakson, Siyonist ve Evanjelist bütün yapılar da gerçek Türklere, gerçek Müslümanlara ve gerçek Atatürkçülere çok ihtiyacı var.
Çünkü düzeni, dengeyi, adaleti tutturamıyorlar.
Yaradılış gerçeğini ise bir türlü bulamıyorlar.
7 Ekim saldırısına, oluşma koşullarına ve sonrasına iyi bakarlarsa ne dediğimi iyi anlayacaklardır.
Özellikle de Trump!
Ve şimdi en zor soru geliyor:
Peki bugün bütün bu dediklerimi Türkiye adına kim yapacak?
Hırsızlar yapamaz.
Teslim olanlar yapamaz.
Kuyruğu kaptıranlar yapamaz.
Ekilmişler zaten yapmaz.
Peki kim o zaman?
Cevap,,, aynaya bakan her birimizde gizli.