Mehmet A. KANCI

Endişelenmeyin su savaşı çıkmayacak... Çünkü su yok!

Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

1990’lı yıllarda uluslararası ilişkiler ve jeopolitik alanına el atanların en favori konusu geleceğin savaşlarının “petrol değil su kaynaklı” olacağından bahsetmekti. Bu akıma kapılanlara göre Ortadoğu 21’inci yüzyılda yaşanacak su savaşlarının merkezi olacaktı. Ancak küresel iklim değişikliği ile tırmanışa geçen sıcaklıklar bu ihtimali ortadan kaldırıyor. Çünkü gidişat, ne yer üstünde ne altında suyun kalmadığı ortamda su için savaşılmasını da imkansız hale getiriyor. 

Neticede olmayan bir şey için savaşmak mümkün değil. Dahası, tırmanan kuraklık ve kuruyan kaynaklar kitlesel göçleri tetiklemeye hazır yeni jeopolitik tehditleri gündeme getiriyor. 

Malumunuz olduğu üzere Suriye’deki iç savaşa dair öne sürülen tezlerden biri 2006 yılından itibaren bu ülkede etkili olan sıcak hava ve kuraklık neticesinde, kırsal kesimden büyük kentlere yönelen göçe bağlı ekonomik krizin iç savaşı tetiklediği idi. Bize uzak olduğunu zannettiğimiz kimi tehlikeleri burnumuzun dibinde bulmamız günümüz dünyasında artık haftalar içerisinde mümkün olabiliyor.

AFGANİSTAN VE İRAN SUSUZLUK BUNALIMLARIYLA JEOPOLİTİK TEHDİDE DÖNÜŞÜYOR

Uluslararası basın bir süredir Afganistan’ın başkenti Kabil için tehlike çanlarının çaldığına işaret ediyor. 2021 yılında Taliban’ın yeniden yönetime geldiği, 1979 yılından bu yana fiilen savaşta olan ülkede gereken hiçbir alt yapı yatırımlarının yapılamamış olması Kabil’de yaşayan 6 milyon insanın, 2030 yılında tam bir susuzlukla karşı karşıya kalmasına yol açacak. Eğer Tahran yeni bir atak yapmazsa, Kabil modern tarihte belki de susuzluk nedeniyle halkının terk edeceği ilk metropol olma ünvanını kazanacak. Peki bu kentte yaşayan 6 milyon insan nereye gidecek. 

Dönelim İran’a. ABD ve İsrail’in rejim değişikliği peşinde olduğu İran’da arzu edilen hedefe ulaşmak için belki de askeri bir müdahaleye artık gerek kalmayacak. 2025 yılının yaz mevsiminde bu ülkeye ulaşan her sıcak hava dalgası ortalama 10 şehirde okullar ve kamu kurumlarının tatil edilmesine, ve yine bu şehirlerde uzun süreli su ve elektrik kesintilerine yol açtı. İran’ın belli başlı 10 barajında su seviyesi içerisinde bulunduğumuz hafta itibarıyla yüzde 0 ( sıfır ) ile yüzde 8 arasında değişiyor. 

Halk kullanma suyuna ulaşamadığı gibi tarım alanlarının sulanması da artık mümkün değil. Horasan, Kirman, Hürmüzgan, Gülistan eyaletlerinin en verimli topraklarının ürün veremez hale gelmesiyle yaşanacak gıda krizinin, İran’da hali hazırda susuzluk nedeniyle başlayan sokak eylemlerini hangi noktalara taşıyacağını tahmin etmek zor değil. 

Artacak huzursuzluğun zaten yaptırımlar altına un ufak olmuş ekonominin daha da bozulmasıyla İran sınırlarını aşacak bir göç dalgasına yol açacağını tahmin etmek de zor değil. İran’da tek sorun su kaynaklarının azlığı da değil. 

Son 10 yılda etkili olan kurak dönem, su kaynaklarının kötü yönetimi ile birleşince mesele içinden çıkılmaz bir hal aldı. Tahran’daki rejimin halkına su sağlamak yerine füze üretmek ve uranyum zenginleştirmekle kafayı bozmasının yıkıcı sonuçlarını görmemize fazla bir süre kalmadı. İğneyi yeterince başkalarına batırdığımıza göre şimdi çuvaldıza gelelim.

TÜRKİYE’Yİ KENDİ ELİMİZLE KURUTUYORUZ

1980’lerin ortasına kadar İstanbul’da mahalle çeşmelerinden su içilebilen ülkemizi, kendi elimizle kuraklık cehennemine çevirdik. Hesapsız kitapsız kentleşme, cam cepheli plazalarla ısısı artan şehirler, manasız bir şekilde çimlerle donatılan parklar ve site bahçeleri… Tüm bunların sonucu Marmara bölgesi ve İstanbul özelinde Haziran ayı için son 60 yılın en düşük yağış miktarlarının kaydedilmesi oldu. 

Geçmişte Marmara bölgesi haziran ayı yağış miktarı ortalaması 41,5 milimetre iken, bu ortalama 2024’te 3,4’e içerisinde bulunduğumuz 2025’te ise 2,4’e geriledi. İstanbul mevsim normallerine göre Haziran ayında yağışın en fazla azaldığı ilimiz oldu. 

Haziran ve Ağustos yağışlarına güvenerek atlatılan yıllardan sonra İzmir, Çeşme, Bodrum saatler süren su kesintileri ile yaz mevsimini atlatmaya çalışıyor. Uşak’ta Küçükler Barajı’ndaki suyun bitmesiyle kente ancak günde 6 saat su verilebiliyor ve bunun için de kuyular kullanılmak zorunda yani yer altı su kaynakları bir daha tazelenip tazelenmeyeceği meçhul bir şekilde tüketiliyor.

Gazeteci ve belgeselci Güven İslamoğlu’nun paylaştığı bilgiye göre Uşak’ta altın madeni başta olmak üzere endüstriyel faaliyetlerde harcanan suyun miktarı 12 milyon metreküpe ulaşırken, halkın kullanımına kalan suyun miktarı 11 milyon metreküp. “Su iflasımızın” boyutu bununla da sınırlı değil. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Bilim Danışmanı Doktor Erol Kesici’nin verdiği bilgiye göre son 60 yılda ülkemizdeki 240 gölden 186’sı tamamen kurudu. Hala yaşam savaşı verenler ise ağır metalden kaynaklanan kirlilik ve dip çamur temizliklerinin yapılmaması nedeniyle tehdit altında. 

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın 18 Ağustos Pazartesi günü Ulusal Su Kurulu 4’üncü toplantısı vesilesiyle kamuoyu ile paylaştığı verilere dikkat kesilmek gerekiyor: "2024 yılı son 53 yılın 'en sıcak yılı' olarak tarihe geçmiştir. 2024 yılında yağışlar, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 6,3 azalmıştır. 2025 su yılında ise yağışlar, geçen yılın yüzde 28 altında gerçekleşmiştir. Türkiye geneli 10 aylık su yılı yağışları, son 52 yılın en düşük seviyesine inmiştir.”

Bakan Yumaklı artan tehdide karşı , 8 farklı hedef, 31 strateji ve 141 eylemin belirlendiğini duyururken, su ve sulama yatırımlarına 147 milyar lira kaynak ayrılarak, 321 projenin hayata geçirileceğini duyurdu. Peki susuzluk, gerek dışardan gerek içerden her yıl katlanarak büyürken bu önlemler ne zaman hayata geçecek ve yeterli olacak mı? Tarımdaki vahşi sulamanın su kaynaklarımızı tüketen başlıca sebep olmasına ne zaman son verilecek?

BİTTİ ZANNEDİLEN BİR TEHDİT KAPIYI ÇALARSA?: KOLERA

Dünya Sağlık Örgütü ve Sınır Tanımayan Doktorlar, çatışma bölgeleri başta olmak üzere artan kolera vakalarına dikkat çekiyorlar. Sudan’ın Darfur bölgesinde yalnızca geçen hafta en az 40 kişi koleradan hayatını kaybetti. 

Dünya Sağlık Örgütü’nün kolera konusunda teknik sorumlusu Kathryn Alberti’nin verdiği bilgiye göre 2025 yılında şu ana kadar 31 ülkede 390 binden fazla kolera vakası belirlendi ve can kaybı 4 bin 300’ü aştı. 20’inci yüzyılın başlarında geride kaldığı zannedilen kolera tehdidi bugün dünyanın çatışma bölgelerini ve az gelişmiş ülkelerini tehdit ediyor olabilir. Ancak gerek bölgemizdeki gerek ülkemizdeki gidişat su kıtlığı kaynaklı hastalık tehditlerinin de kapımızda olduğuna işaret ediyor.

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Mehmet A. KANCI yazıları